Adamın Biri
Adam bir gece yarısı uyandırıldı:
– Kalk. Bizimle geleceksin… denildi.
Kitaplığı da arandı. Bir yığın kitaba da el konuldu. Bir büyük koğuşa atıldı. Orada günlerce tutulduktan sonra bir savcının önüne çıkarıldı. Soruldu, soruldu, soruldu. Sonra da:
– Serbestsin, gidebilirsin… denildi.
Adam, yeniden yazı yazmaya başladı. Bir gün, birkaç arkadaşı ile yemek yerken, evinden siyasi polisçe arandığını öğrendi. Resmi makamları telefonla aradı adam:
– Beni arıyormuşsunuz…
– Haberimiz yok efendim.
– Nereye teslim olmam gerekiyor?
– Biz birşey söyleyemeyiz.
Tam altı yere telefon etti adam. Sonunda kendiliğinden bir makama giderek teslim oldu. Birkaç gün sonra savcı:
– Sanığın kaçma şüphesi vardır. Tutuklanmasına…
dedi. Tutuklandı. Tutuklanırken de sordu:
– Hangi suçtan tutuklanıyorum?
Karşılık verildi sertçe:
– Anarşist örgütlere yol göstermekten… Adam şaşırdı:
– Yani… dedi.
– Yani hangi madde?
– 141… dediler; sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerine… tahakkümünü… kuranlara… yol göstermek. Adam içinden:
– Haydi hayırlısı… dedi. Götürdüler bir cezaevine. İki üç ay sonra, savcı bir başka maddeden cezalandırılmasını istedi:
– Suçun 141 değil, 142 imiş… dediler.
– Yani?.. dedi adam, şaşırarak; Ne çabuk değişti suçum?
– Öyle, dediler. Düşündük, taşındık buna karar verdik…
Günlerce, haftalarca, aylarca sürdü duruşmalar. Adam konuştu. Savcı konuştu. Avukatlar konuştu. Dinleyiciler izledi. Gazeteciler not tuttu. Olup bitenleri yazamadı gazeteciler. Yazmak için yürek istiyordu çünkü. Günün birinde salıverdiler adamı. Tanıklar bitmiş, kanıtlar tükenmişti. Adamı, asker kaçağı gibi, Yedeksubay Okuluna gönderdiler. Ama askerliği seviyordu adam.
Bir gün yine çağırdılar:
– Suçun değişti. 146’dan yap savunmanı…
– Yani?.. dedi adam.
– Yanisi şu: Anayasayı tağyir, tebdil ve ilgaya…
– Cezası ne kadar?… diye düşündü adam. Kitaplar beş yıldan idama kadar, diyordu.
– Allah, Allah… dedi adam kendi kendine. Beş yıldan idama…
Adam yaptı savunmasını. Dinlediler. Sonra karar günü yeniden geldi adam. Bu kez yargıçlar da değiştirilmişti.
– Mahkumiyetine ve tutuklanmasına… denildi. Karar günü gelen yargıç da:
– Mahkumiyetine… diyordu. Bir yargıç:
– Hayır, suçsuzdur o… dedi. Fakat tek oyu vardı. Fayda vermedi çabası. Adamı hücreye attılar. Bir süre sonra:
– Sen er olarak askerlik yapacak ve cezanı çekeceksin… denildi adama.
– Askerlik ceza mı?.. diye sordu adam.
– Biz bilmeyiz, emir yüksek yerden… denildi.
Susuldu, susuldu, susuldu…
Bir gün yine çağırdılar adamı:
– Serbestsin… dediler. Yargıtay suçsuzluğuna karar vermiş…
Tahliye oldu adam. Sonra iki silahlıyla götürüldü uzak bir ilçeye. Saçlarını yeniden kestiler. Üstüne bir er elbisesi verip:
– Sağa dön, sola dön… rahat, hazırol… dediler.
Hep hazırdı adam… Sonra yeniden çağırdılar adamı:
– Yargıtay suçsuzluğuna karar vermiş ama, biz yeniden mahkum ediyoruz… dediler. Bu kez:
– Sanık suçsuzdur… diyen yargıç da bir başka göreve atanmıştı. Bakakaldı adam.
Bir büyük kurula gitti adamın dosyası. Büyük yargıçlar baktılar dosyaya.
– Suçu yok bu adamın… dendi. İmzalar atıldı, mühürler basıldı. Adama sordular:
– Ne diyorsun?..
– Beraatımı istiyorum… dedi adam.
– Hayır… dediler.
– Senin suçun çok hafifmiş meğer.
O da affa giriyor. Haydi güle güle…
Adam hukuk kitaplarını anımsadı. Adam hücreleri düşündü. Adam, koğuşları, tutukluları, mahkumları düşündü. Kelepçeleri zincirleri düşündü. Gardiyanları, nöbetçileri düşündü. Gözü yaşlı ziyaretçilerini, dost avukatlarını ve uzun zarflı sevgili mektuplarını düşündü.
Bütün bu olanları hiç anlamadı adam ve artık düşünmemeye karar verdi…
UĞUR MUMCU
(Yeni Ortam, 12 Temmuz 1974)
Yine de düşündü adam. Düşündüklerini paylaştı. Düşünmenin ve düşünceyi açıklamanın bedelleri vardı ülkede, ödenecekti ..ödedi. 24 Ocak 1993 günü arabasına koyulan bir bomba ile paramparça oldu onun bedeni kalanlarında vicdanları.
Çözülemeyen , faili resmiyette meçhul kalan cinayetler toplumların vicdanlarında yara olarak kalırlar. Hesaplaşılamamış her cinayet birikir birikir ve toplumsal yaraya dönüşür. Oysa herşey bir samimi özür kadar yakındır insanlığa.
23/01/2013 -22:48